06 Mayıs 2009

AKADEMİK GEYİKLERR 3 - AKADEMİK BİLGELİK YOLUNDA BAŞA GELENLER

ASİSTAN KEMAL “EĞİTİM” KONULU AKADEMİK KURULDA

Asistan Kemal bölüm kurullarına artık alışmıştır ama onu daha büyük kurul deneyimlerinin beklediğinden habersizdir henüz. İlk akademik kurula davet edilmek asistan Kemali çok heyecanlandırır ve bu davete icabet etmek için günler öncesinden hazırlıklara başlar. Diğer kaşarlanmış asistanların son derece rahat tutumları dikkatini çekerse de bunun üzerinde pek kafa yormaz ve yaptığı hazırlıkların aralarındaki farkı göstereceğine inanarak son güne kadar çalışır da çalışır.

Yer: Dekanlık toplantı salonu
Saat:13.30
Konu: Bölüm elemanlarının atanma kriterlerine yönelik icatlar serisinden bir yenilik daha..eğitim konulu makale yazımı. Dekan konuyu hemen açar.

Dekan: Arkadaşlar, sayın rektörümüz sabah kalkmış ve atanmak isteyenlerin bundan böle eğitim meseleleri hakkında düşündüklerini belgeler bi makale yazmalarına karar vermiş. Ama yine de biz dedik ki senatoda, sayın hocam bütün arkadaşlar yatıp kalkıp eğitim üzerine o kadar düşünüyolar ki nerdeyse eğitim yapmaya fırsat bulamıyoruz. Dolayısıylan biz bi konuşalım onlarla da hiç değilse bundan böle boşa düşünmeyip bunu edebi bi esere dönüştürebileceklerini müjdeleyelim onlara…dedik. Buyrun, şimdi fakültemizin her iki bölümünün de görüşlerini alalım.

bi bölümün görüşü: sayın hocam bizim bölüm bu konuyu kendi iç aleminde görüştü ve “gerekiyorsa yazarız..nedir yani” kararı verdi. Teşekkür ederim.

sayın dekan :Allah razı olsun sağolun. Şimdi sözü diğer bölüme veriyorum. Buyrun..

Diğer bi bölüm: sayın hocam, biz de konuyu kendi aramızda görüştük.. eğitimin çok mühim bi mesele olduğuna kanaat getirdik ..”hatta eğitim üretim içindir” aşamasına kadar geldik ..fakat daha sonra nasıl olduğunu anlayamadık. Birden bölüm beş gruba bölünerek “gönüllü hizip komisyonları” oluşturdu.. du……..budur yani.
sayın dekan : nasıl yani??



(sessizlik………)



deneyimli eski bir hoca: biz neyi tartışıyoruz anlamadım??



deneyimli bi başka hoca: benim bu konuda bi sürü çalışmam var.. odamda duruyolardı son hatırladığım kadar.. onlara bi baksınlar..yani!!!

deneyimsiz bi hoca: Bu konuda yapabileceğimiz bişey yok mu..dekanlık uyuyo mu..bizi temsil edenler nerdee!!...kartal kalkar dal sarkar dı..yok bunu kayıttan çıkarın bu olmadı özür dilerim :(

sayın dekan: Höö?



asistan Kemal. Ben bi şey diyecektim di.öhöö..yani şimdi şöle sayın hocam. Bizler henüz sayın deneyimli hocalarımızın dengi değiliz..görüldüğü gibi onlar engin deneyimleri ile konuyu hemen kavrayıp anlamlı bi çerçeve çizebiliyolar. .Biz ise genç, deneyimsiz, zavallı, ne idüğü belirsiz, şeyyyy…öle buruş kırış bi asistan grubuyuz eğitim hakkında düşünmek ne haddimize…dermişim…sayın dekanım..teşekkor ederimsflm…

acık daha deneyimli bi asistan: sayın hocalarım..sevgili arkadaşlarım..bizler burada yıllarca dirsek sürtmüş, her türlü acıyı tatmış, gereğinde bu okul için kendini feda etmiş bir bir topluluğun ecdadlarıyız. Peki bunun karşılığında ne verildi bize soruyorum sizeee!! Bu eğitim makalesini, bize bulanmış katranın tüyü olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz..teşekkür ederizzz.

daha az deneyimli bi asistan: Ben şöle düşünüyorum. Buradaki en kutsal şey biziz. Biz niye buradayız? Çünkü bu vatan bizim engin zekamızdan fışkıracak bilimsel çalışmalarımıza muhtaç. Biz olmasak her şey bir hiçç..hayat anlamsız..siz kimsiniz?? Bilim nerdeee?? Ben kimdim dii..şey ettim diii..hrfşşşşgırk..ühüüüü………..

sayın dekan: arkadaşı götürüp kafasını bu vatanın engin sularına bi batırıp getirin de kendine gelsin. Evet efendim nerde kalmıştık?

en deneyimli hoca: yazcaz mı yazmıycaz mı da kaldık..

sayın dekan: kararı açıklıyorum. Eğitim konulu atanma makalesinin yazılmasından büyük mutluluk duyacağımız ve bu onuru bize bahşeden sayın üniversite yönetimini kutladığımız kararını almış bulunuyoruz. Tüm arkadaşlara katkıları için teşekkür ederim. Dağılabiliriz arkadaşlar.



Asistan Kemal şaşırır. Yanındaki kaşarlanmış asistan Cemal’e dönerek sorar.. "ne oldu şimdi yaw..yazcaz mı yani?" Cemal şöle bi bakar ve cevap verir.. "tüylerin gözlerine ne kadar yakıştı be kemal: ))"


AKADEMİK OLUNMAZ..AKADEMİK DOĞULUR
Bu kısmı önemli bir noktayı hatırlatmak için yazıyorum ki o da şu. Akademisyenlik bir meslek değildir. O daha çok ilahi bir mekana ve zamana kendini adamış bir bilgelik, bir çile süreciyle benzerlik gösterir. Bu yanıyla bakınca aslında ruhun derin bir teslimiyetidir söz konusu olan. O nedenle de diyorum ki ben, akademik olunmaz, akademik doğulur: ) Ya da şöyle diyelim.. Akademik’in DNA’larında doğuştan gelen bir görev bilinci ve fedakarlık kodu vardır ve bu kod hiçbir tekamül yasasına da tabi değildir. Bu kod sayesinde onlara görev vermeniz gerekmediği gibi ceza vermek durumunda da kalmazsınız. Çünkü onlar kendi kendilerine görev verme.. üstüne kendilerini kontrol etme ve beceremediklerinde kendilerine en ağır cezayı kesebilme yeteneklerine haiz olarak var olurlar. Ne hoş değil mi : ) Erken karar vermeyin derim ben..Buyrun bu tiplemeye bir örnek. Sahne Bölüm Başkanı odası ve asistan Cengiz :)

Bölüm başkanı:
Cengiz .. noluyo olum?! Duyduğuma göre geçen gün Mahmut hocanın sınavını yapmışın .. bi de kaç yılın Mahmut hocasını listede başarısız gösterip bırakmışın .. manyakmısın lan sen ne demek bu yaa?? evet nedir bu konuş!!

Asistan cengiz:
hocamm kaç yıldır ben veriyorum bu dersii .. hıhımmhöh .. ve Mahmut hoca da artık sınıfa uğramıyo. Geçen gün baktım baktım .. dedimki bu böle olmıycak dedimm ve devamdan vizesiz bıraktımdı … yani …

Bölüm başkanı:
HÖÖÖ !!!... Pekiii bunu düşünücem .. o zaman bana bi de şunu açıkla bakalımm. Yeni asistan Elçin geldi dün bana .. kıza demişin ki bu bölümde miskin hayvanın iç organlarına dair hiç tez yok .. hemen bunu fen bilimlerine bildir .. otur başla yazmaya!!! Ulann bu bölüm neee .. sismografi ve oşinografi bölümüüüü .. hayvan herif hadi görev verdin diyelim .. peki ne alakası var miskin hayvanla buranın haaa .. bu nedir yaa .. nedir konuş!!!

Asistan cengiz:
öhööö ....... hocam ..... eee geçen gün siz şey demiştiniz bölüm toplantısındaa .. disiplinlerarası ve uluslararası olmak zamanıdır. Ben de düşündüm ki bu iş anca tezlerle olur yanii .. ve yine düşündüm ki miskin hayvan öle bişeyki burda yaşamıyo ..  dolayısıyla hem disiplinlerin arasında kalmış olcazz bu tezle .. hem de konu itibariylee uluslararasılaşcaz dedim ... yani!!

Bölüm Başkanı: HÖÖÖÖÖÖ!!! Hmmm .. ilginç bi yaklaşım Cengiz!! Bunu da düşüncemm .. peki bişey daha sorcam sana. Bu sabah karıma telefon açıp .. hocamızın gece performansı konusunda endişelerim var çünküü gündüzleri pek verimli çalışamıyo diye gözlüyorummm .. bu konudaki aylık raporlarınızı her ayın ilk çarşambası bölümün bekası açısından bekliyorummm NEDİRRRRRR LANNNNNNNNNNNNNNN Z..ÇTIĞIMINNNNN CENGİZİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ …. hörfşmööööfsssss …… HAYVANNNNNNNNNNN HERİFFFFFFFFFFF GELLLLLL LANNNNNNNNN BURAYAAAAAAAAA EŞOLEŞEKKKKKK KKKKKKKKKKK … hırmfşşşşştttttfffff ………….. DUR Bİ YAKALAYIM DA BAK Bİ PERFORMANSSS GÖSTEREYİMMMMM SANAAAAA RAPORLARLAAAAAAA SÜSLEYEYİMMMMMMMM SENİİİİİİİİİİİ ….. GELL LENNN BURAYAAAAAAA .. z .. çtghhhımmmmınnn KAKADEMİSYENİİİİİİİİİİİİİİ ...
Evet..fedakarlık bir akademik için önemli bir koddur ve fedakar bir akademik çok da lazım bir şeydir ama sınırlara dikkat etmek şartıyla ve sinir yapmadan aman diyimmm…kolay gelsin : )

12.2003. çarşamba

AKADEMİK GEYİKLERR 2 - NASIL ASİSTAN OLUNUR Kİ ?

Evet..her şeye en baştan başlıyoruz. Diyelim ki bir bölüme asistan olmak için başvurmak istiyoruz. Önce ne yaparız, elbette sınava gireriz. Sınavda neler sorulur..elbette ki her bir şey. Peki bütün bu her bir şey kalır mı hatırda, hele de yıllar falan geçmişse üstünden? Nasıl yanıtlarız bu mazide kalmış konuların sorularını? İşte tam da bu noktada bilmeniz gereken çok önemli bir şey var. Bütün her şeyi bilmeniz gerekmez, ama mutlaka bilmeniz gereken bir şey var ki o da şudur. Bölümün sizi almaya niyeti var mı? İşin beter yanı bu sorunun yanıtının evren tarafından size öyle şıp diye bahşedilmeyeceği..sizin bu alanda derin sondajlar yapmanız gerektiğidirrr. Evet..gelelim sondaj nasıl yapılır peki sorusuna. Bu tür sondaj çalışmalarına öğrenci milleti arasında kazı-kazan çalışması adı verilir ve öğrenci milleti, genellikle aşağıda örnekleri verilen hatalarla başlar sondaj çalışmasına. İki örnek görelim..

Örenci: Hocam şeyy..ben okulun asistanlık sınavına girmek istiyorum da..acaba neler çalışmam gerek?
Hoca: (Örenciyi almaya niyeti varsa ki konuşma)
anladım..o zaman şu şu şu konulara bak bi..acık da şuna çalış..biraz da buna bak..sanırım yeterli olur çocuğum.
Hoca: (Örenciyi almaya niyeti yoksa ki konuşma) anladım..o zaman şöyle yap..şu şu şu konulara bak bi..acık da şuna çalış..biraz da buna bak..sanırım yeterli olur çocuğum. 
Eeee..diyeceksiniz ki arada hiç fark yok yaaa..bu nasıl niyet?..eeee yok zaten. Aradaki 7 farkı bulmak için bu konuşmaya bakma şabalaklığını gösteren sizsiniz. Farkı bu konuşmada aramak kabahat…yani ! İlk sondajda çuvalladınız ama çileniz henüz bitmedi elbette. İlkinde çuvallayan öğrenci İkinci sondaj aşamasında kendini bir asistan abi ya da ablanın kollarına atar ve sorar;

Örenci: Abi yaaa..ben de senin gibi asistan olmak istiyorum napmam lasımdır bana bi yol göstersen..???
Asistan: Valla ne diyim ki..hayrına olsun yani.. Ama bana soruyorsan salla burayı git dışarıda kendini kurtar derim sana, görmüyormusun yaw halimizi şurda ala alaaa..!!!
Kazı-kazan olayını hoca ve asistan tayfasıyla yapmanın size bir hayrı olmadığını böylece gördük. Başka alanlara yönelmek gerektiği açık ve şimdi ben size bu başka alanların linkini veriyorum hem de ücretsiz: ) Buyrun bakalım.


Örenci: Hüseyin abi yaaaa..ben bu okula asistan girmek istiyorum..sen kırk yıldır buranın gediklisi çaycısısın be abi..nasıl oluyo bu işler?
Hüseyin: Ahmetcim sana açıkca söyliyeyim bak..senin hiç şansın yok olum..alınacak adam çoktannnn belli..Kemal’i alcaklar bak sölemedi deme..sen hiç uraşma bu işlerle git başının çaresine bak dışarıda..bu sana abi nasihatidir vallaa.
Örenci: Hadi yaaaaa!!!

İşte aradığınız gerçeği buldunuz...işte doğru uygulanmış bir kazı-kazan stratejisi. Gerçek acıttı mı..acıtır, ama sizin için önemli olan bunu öğrenmekti ve öğrenip kazandınız. (Bu arada Kemal nasıl alındı ki..bunu anlatmadın diyenlere anca şunu söyleyebilirim. Kemal kişisel çabalarıyla ve başarısıyla alındı elbette..tersi mümkün mü…yani ! ”Çalışan kazanır..elması kızarır”…taa ilkokuldan beri söylüyoruz hala inanamıyorsunuz bunun gerçekliğine..insaf…yani!!)



KAZANDIK..BAŞLIYORUZ
“Evet..Kemal kazandı..hayırlı olsun Kemalcim hoş geldinn. Bölümümüze yeni bir arkadaş katıldı arkadaşlar” diye başlar konuşmaya bölüm başkanı..Kemal’in yanakları hafifçe kızarmıştır eski hocalarıyla aynı masanın çevresinde oturmanın haklı gururuyla. Bunun önemli bir başlangıç olduğunu bilir dee..neye başladığını bilmez pek Kemal ve onu da bizden öğrencek şimdi çok şükür...hadi bakalımmm : )

BİRİNCİ GÜN - KEMAL OKULDA


Kemal heyecan içinde ilk günün sabahı kalkar, traşını olur, ailesiyle sevinç içinde baybayylaşır ve arabasına binip (arabası mı var demeyin ..kimin yok ki artık) okula yollanır. Sabah kapıdan öyle bir girer ki içeri..yani ilk kez böyle girmektedir. Onurluuu..Gururluuu..Başarmış olmanın hazzııı..Görün bakın ben neymişim havasııı..vb. Herkes Kemal’e gıptayla bakmaktadır, onun yerinde olmak ister haldedir ve kimse bunu açıkca söylemese de Kemal bunu kendine yönelen tüm gözlerden okuyabilmektedir.

Odasına girer kemal..(anaaa daha ilk günden odası var hıı..bu ne ihtişamlı başlangıç diyenler varsa bilsinler ki her okul bizimki gibi döt kadar değil...elbette “odam” denilen bir barınak bulabiliyor diğer okullardaki asistanlar ..yani!!) Evet..kemal odasına girer. Odadaki sürü halindeki yaşama katılmıştır artık.Odadaki diğer 23 elemanla tanışır. Hepsi başlangıçta birbirine o kadar benzemektedir ki..kemal bunları nasıl ayıracağını, isimlerini nasıl ezberleyeceğini bilemez ve acaip panikler. Ancak odadaki kaşarlanmış bir asistan tam bu noktada Kemal’in bu derdini anlar ve ona şefkatle yaklaşarak şöyle der. "Aramıza hoş geldinn Kemal dostum”. Aramıza mıı..hoşgeldin mii..alammm..bende mi böle olcammm.. yoksa korkusu Kemal’in sadece ilk gün korkusu olarak kalmayacak, bu ilk korku hayatı boyunca onun yakasını bırakmayacak, onun karması olacak ve hatta bütün akademik yaşamı bu korkuyla mücadele ederek geçecektir .(İşte bu da işin spritüel vechesidir ve tekamülümüzde çokkk önemli bi yeri bulunmaktadır. Bunu da ilerde açıcam.)

İKİNCİ GÜN – KEMAL DERSTE


Evet, kemal ilk günün heyecanını attıktan sonra ertesi gün daha bir dinginleşmiş olarak okula gider. Daha kapıdan girer girmez oda arkadaşı panikle bağırır.. “Kemallllllllll..Ahmet hoca seni arıyo len derse gitti çabuk yetişş canına okur vallaa” !! aha..bu da nedir bismillah daha ikinci gündür yani..Kemal’in çok fazla düşünme şansı yoktur ve yurdum usulü ışınlanarak (yada bkz: k..çına neft yağı sürmek deyimimiz) sınıfa girer.

Bir yandan boğa gibi soluk alıp verirken. bir başka yandan, bildiği bilmediği bütün deliklerinden ter fışkırtırken, öbür yandan aklından bir sürü kıçı kırık bahane geçirirken, tüm bu yanlar yetmezmiş gibi bir başka yandan da, 50 kişilik sınıfın ortasına at b..ku gibi düşmüş olmanın utancındadır.Taş misali Ahmet hocanın karşında beklerken ağzından sadece “zzzçççttimmiii” gibi evrende asla eşi benzeri olmayan ve olmayacak bir ses çıkar. Ahmet hoca alahtan deneyimli ve eskilerden bir hocadır ve Kemal’in bu dramını fazla uzatmadan başıyla sıraları gösterir. Kemal gidip ön sıranın bir köşesine sığışır..yok büzüşür..yok olmadı..böcük gibi yapışır ..evet bu daha iyi ifade. Ahmet hoca dersini anlatmaya devam ederken Kemal’in içindeki ses al birini vur birine tarzı çalışmaktadır.

“Puhh olsun yani ilk gün daha bee manyakmısınız nesiniz. Ben ne biçim bir giriş hayal etmiştim len şu sınıflara..saçlarım da irenç oldu ışınlanırken yandan ayrılmış offf..şimdi elimi kaldırıp düzeltsemmmm..kimbilir nasıl göründüm salak bi herif gibi..şu sıralarda ne yüksekmiş bee çük gibim kaldım.. yok ben normalim abii asıl yandaki herif ayı gibi yaa ondan öle duruyorum ben. İlk ders bu olumm kemal..ayıların yanına çok yaklaşmıycan imajinel hataa..offf..ben ne halt etmeye girdim ki bu derse bilmiyorum yani abii..adam bensiz de anlatabiliyo zaten..hmmm..acaba benim girmemi şeyden mi istedi ki..bu konuda tezim var ya hani..yok canımm..alamm şurdaki kıza bak vee kıza bakkkkkkkkkk..bu ne yaa nefis parçaa. ..olum kendine gel manyak heriff sen hocasın lan artık.. eh bee..bu ayakkabı da ne biçim vuruyo dedim anama alma benden habersiz diye dinlemez ki adamı..babamı da ondan çatlatıyo zatenn..hmmm sıraya da ne yazmışlar abiii hehehehe şuna bakk..adem kulakları bademmm haa hihaahohaaaahoooo..ayy sinirim mii bozuldu nee..ay dayanamıycammm..alamm k..çımdan ter zıçıyorum sanki sıra da ıslandımı yoksa alammm…alammm ahmet hoca bana bakıyooo sus len .. ayy.. sinirim .. kalktı .... hihahahhooohaaa .. gukssccccc ... ccczzzttttttpo .... zuhhahahahavıjtt!


(Burada Kemal kopmuştur artık..ve ders de bitmiştir… yani!!)

ÜÇÜNCÜ GÜN – KEMAL BÖLÜM TOPLANTISINDA

İkinci günkü rezillikten sonra Kemal’in üçüncü günü başlar. Bu gün bir bölüm toplantısına katılacaktır ilk kez. Hayatı boyunca hep merak etmiştir ulen naparlar böle bunlar toplanıp toplanıp diye ve işteee..tarihi andır. Kemal bu gizemli işin iç yüzünü artık öğrenecektir. Sahne bölüm toplantısı.

Bölüm Başkanı:
Arkadaşlar bugünkü toplantımızın amacıı..
Bir Hoca:
Benim bir önerim olcaktı hani şu geçen toplantıda şeyetmiştik yaa..
Bölüm Başkanı: Bir dakika ona gelcez hocam.. bi şu gündemi halledelim önce.
Aynı Bir Hoca:
İyi de benim işim var bir an önce halletsek de benim şu konuya ..
Bölüm Başkanı:
..hörmfff..evet..bu günkü gündemimiz asistanların dağılımı arkadaşlar. Okuyorum dinleyin ve öneriniz varsa söleyin tamam mı.
Aynı Hoca:
Ordaki şeye itirazım var ama benim..geçen gün de söledim size, hiç de uygun değil yani..meselaa..
Bölüm Başkanı:
Hocamm!!daha okumadık ki bi dak yaa..evet okuyorum.
Bir başka Hoca:
Efendim..bölüm toplantılarında şöle bir ilke mi koysak diyorum..önce ortak meseleler şeyedilsin..sora kişisel olanlara baksak.
Bölüm Başkanı:
Efendim zaten öle şeyedilmeye çalışılıyor da bir türlü olamıyor..okuyorum!!
Bir diğer Hoca:
Şemsi bey ben sizin o dediğinizi düşündüm ama pek aklıma yatmadı yani çünkü..
Şemsi Hoca:
efendim siz anlamadınız ki ondan yatmadı şeyinizee..bi kere o konunun öncelikle yönetim kurulundan şeyolmasııı..
Bölüm başkanı:
arkadaşlar..dağılım kabul edilmiştir!! Toplantımız bitti buyrun şimdi gündem dışı şeyetmelerr ve sorular.
Asistan Kemal:
Hocam..ben hiç bişey anlamadım?
Bölüm Başkanı: ?? Sen sora odama gel kemal !!!


ÜÇÜNCÜ GÜN – ASİSTAN KEMAL ODAYA GİDER

Okula girişin en önemli anlarından biridir bu. Bir bölüm başkanı Kemal’I odasına davet etmiştir. Evrende bundan daha önemli bir şey varmıdır ki.. bu beklenmedik nazik davete hemen icabet eder ve heyecanla bölüm başkanının kapısını çalar. İçeri girdiğinde kağıtlar dosyalar kutular arkasında bir başkan vardır da..pek erişilemez halde gibidir. Kemal bu yoğunluğa bakıp inanamaz..bir bölüm başkanı böyle mi olur ki.. "Otur!!" der bir ses kutuların arasından kısa bir bakış atarak..kemal bu davete hemen uyar ve öndeki koltuğu kendine yakıştıramayarak en gerideki sandalyenin ucundaki çıkıntıya tüner..

Bölüm başkanı yüzüne bile bakmadan ona kısa ve öz açıklamayı yapar. "sen benim asistanım olcaksın, bundan soraa benimle çalışacaksın ve seni günde 5 defa bu odada görcem anladınmı..ders notlarımı al üzerinde çalış arada anlatırsın gerektiğinde. Haa bir de sekreterden benim programımı öğren..bazen toplantı yada başka şey olduğunda o gün sen gir anlat..şurda bi kaat var oradaki bilgileri doldur. Bunlar fen bilimlerine gitcek senin tezinle ilgili..hemen başla teze burda vaktin olmaz işimiz çok. Evde geceleri yaz ertesi gün getir göreyim tamam mııı..soru var mı!!"
 
Asistan Kemal: (tıs tıs ) Hayır hocam..

Hoca: tamam şimdi git laboratuardaki örneğe bak hazır mı..değilse Neşeti çağır gelsin baksın ne b..ka yarıyosa o da aldık başımıza uzman diye ölee geziyo orası senin burası benim..haa unutmadan laboratuar ve arşivden sen sorumlusun kayıtları kontrol et ve listeyi yeniden düzenle yarın getir bana tamam mı !!!

Asistan Kemal: (tıss tıss tısss) : evet hocam..

Hoca:
Tamam şimdi çık yarın gel..haaaa..bi de toplantılarda öle abuk subuk konuşma daha dün bir bugün iki..tamam çık şimdi!!

Asistan Kemal: Tammmsssppsss hocam!!
Asistan Kemal..o anda evrendeki biricik yerini keşfetmiş, yuvadaki huzurun hangi yoldan geçtiğini anlamış, patronun kim olduğunu öğrenmiştir..şükürler olsundur : )


DÖRDÜNCÜ GÜN – ASİSTAN KEMAL VE YENİ PARADİGMAA

Eeee..iş çok olmasına çok da..ilginç olan, bütün işlere bir an önce başlanacak ve ne hikmetse yine hepsinin bir an önce bitirilecek olmasıdır. Bu nasıl bir programlama, bu nasıl bir iş yapma şeklidir bilemez asistan Kemal. Aslında tüm bunlar Kemal’e evrenin bir armağanıdır, ama Kemal henüz bunu bilemeyecek kadar toydur.

Evren, kemale yeni bir paradigmayı öğretmek için bütün bu oyunları düzenlemiştir. Kemal o güne dek işleri ard arda zamana yayarak yapmayı öğrenmiştir. Oysa şimdi her şeyi eşzamanlı şekilde yapması gerekecek ve böylelikle yeni bir paradigmanın kapısından içeriye adım atacaktır. Yeni paradigmanın kaşarlanmış asistanların ağzındaki tabiri “anında-geçirim” dir ve işin geçirim aşamasında an’ın çok ama çok önemli olduğunu, her şeyin bir an içinde gerçekleşebileceğini Kemal çok kısa sürede öğrenecektir.



Asistan Kemal toy ama zeki bir çocuktur. Yeni paradigmayı tek başına keşfetmenin çileli bir yol olduğunu sezinler ve hemen bölümün en kaşar asistanına giderek yardım ister. Yardım isteği karşılıksız kalmaz..yeni paradigmayı gerçekleştirme yollarının, asistanlar arasında ezoterik bir bilgi gibi kuşaktan kuşağa gizlice aktarılmış yoları olduğunu da böylece anlar. En kaşar asistan olan Çetin ve Kemal arasında şöyle bir diyalog gelişir. Sahne..Kemal ve Çetin kantindelerrr..



Asistan Kemal: abi yaaa..yani akıl mantık alır mı abii..bütün bunları amet hoca bana bi günde yap dedi..olurmu yaa bilmiyolar mı ki bunun olmayacağını..yoksa ben mi çok salağım beceriksizim..ne bilimm..bi b..ka yaramaz adamın tekiyim yani..moralim bozuluyo inanki.........atcam kendimi çatıdan valla yaaaa!!!



Kaşar çetin: heheehhhehe..olumm..bak her işin bi uzmanı varr..ve senn şanslısınn..bu işlerin üstadı tam karşındaa..sor söliyeim abii..ne yapcan mesela yarına haa..söle bulalım derman hemen şuracıkta..değer mi şu biricik kemali çatılardan atmaya yanii..allah bu canı bize ölee her mıncırık işte aşağıı sallıyalım diyee mi verdi yaa..evet dinliyorum konuş bakalımm!



Asistan kemal: Bak şimdii…ben yarına hem laboratuardaki dökümleri düzeltcemm..hem tez formu doldurcamm..hem amet hocanın notlarını alıp hatmetcemm..hem deee..



Kaşar çetin: Alammmm bunlar mı abi senin derdinn..puhh sana emii..olumm bunlar iş mi..ben de harbiden bişey yapcan sandım yaa..git şurdan yaa offfff…



Asistan kemal: nası yanii???



Kaşar çetin: olumm!!iyi dinle bi daha anlatmam haa..bak şimdi..sen amet hocanın asistanı değilmisin..kapı gibi pozisyonun var bi kere bunu ören öncee..burda kaç kişi kaç şey atar valla senin yerinde olmak için bee..sen şimdi şöle yapcan..laba git..o neşete deki..amet hoca listeyi düzenlenmiş olarak istiyo..yarın masasında olcakmış ver ben de bi kontrol etcem de tamam mı..soraa bu tez formu işlerinde üstad bizim Şeydadır..çok delikanlı hatundur bölee yağmur altında kalmış it gibi kuyruğun k..çına yapışık yanına gidersen, valla değil form..senin tezini bile yazar bağlar kuyruğuna anındaa yaniii..git ona de ki..Şeyda dostum yaa..ben bunu nası doldurcamm..öle de iş yığılı ki başımda bana bi el versen yani..bunu da ona kakaladık mı abi..ne kaldı geriyee..haa amet hocanın notları mı..git sekreter süheyla’ya..o ahmet hocanın bütün notlarını versin sanaa..bütün notlar okunmıycak ki zaten hemenn..hangi dersi varsa onu oku.. ayrıcaa onun da eski asistanı nermindii..git nermine acık kıldır ama onun da zayıf tarafı şeydir yanii..bir sen biliyomuşsun bunu valla da bir bilen olarak herkes seni söledi falan dediğindee atlar hemen başlar sana anlatmaya..ondan da acık aklında kalanları not al..ahaa..işte bittii..başka sorun?



Asistan kemal: heheheee..yok abi yaaa..ellerin dert görmesin yaaa..muckk vallaa ne diyimmmm yaaaa..gel bi öpimmm seni şöleee yaaa..



Kaşar çetin: Bişey deme tamam tamam..haa bak biz buna şey diyoruz aramızdaa..anında-geçirime karşııı bi kontr strateji olarakkk anındaa-bitirimm. Sen de örenceksin de acık zaman alıyo iştee..hadi kolay gelee heheheeee..


Şimdi bakalımmm..kemal burada ne öğrendi ? Kemal yeni yaşamında paradigmatik bir kırılma yaşadı. Evet bu doğru da öncelikle bu paradigmanın ustaca halledilmesi, yaşama geçirilmesi için elbette zaman, deneyim ve usul bilgisi gerekiyor ve kemal henüz işin başında..vee ondan önce bu yollardan geçmiş bir Ahmet hoca ve saz ekibiyle karşı karşıya..


BEŞİNCİ GÜN - ASİSTAN KEMAL İŞ TESLİMİNDE

Asistan Kemal kaşar Çetin’in ona gerçekten içtenlikle söylediği her şeyi yaptı, tek tek bütün aşamaları tamamlayıp işleri bitirdi ve bölüm başkanı Ahmet beyin kapısına gururla dayandı. Ama akademik ortam ilginçtir, uygun rehberi bulsanız bile bazen başka uygunluklara denk gelmeyebilirsiniz. Şu sahnede olduğu gibi. Sahne..bölüm başkanının kapısı ve Kemal..

Bölüm Başkanı:
eee kemal beyy..bitti mi herşey?
Asistan Kemal:
evet hocam buyrun hazır hepsii!
Bölüm Başkanı:
iyi..koy şuraya..listeyi kontrol ettin mi? .. varmıymış yeni malzeme falan ve zayi bişeylerr?
Asistan Kemal:
Höö?? .. hocam listeye iki yeni malzeme eklendi .. bir de arazi ölçüm aleti kayıptı onu da yazdıkdı.
Bölüm Başkanı:
Üç scanner geldi yazmış mı neşet bunları baktın mı ?
Asistan Kemal:
Höö? .. yazmadıkdı hocam.
Bölüm Başkanı: Niye .. bakmadın mı laba inip listeyle karşılaştırmadın mı yoksa?
Asistan Kemal: hmm .. baktımdııı .. görmedimdii .. sanırsam dııı hocamdıı!
Bölüm Başkanı:
ya geçen gün kaybolan şeyi eklediniz mi Neşetle?
Asistan Kemal:
Hööö .. neyiydi hocammdııı??
Bölüm Başkanı:
labaratuara girdin mi sen bakayım !!! yoksa da neşetin listesini mi aldın geldin bana yaa .. söle bakayım labda kaç pencere var!! konuş lenn..
Asistan Kemal: hööö??hrmşkzz .. dı hocam
Bölüm Başkanı:
anlamadım?
Asistan Kemal: hrmzlşşkıdı hocam .. yani.
Bölüm Başkanı:
ne çabuk kaşarlandın sen yaa .. al şu listeyi gözüm görmesin .. yeni listeyi 1 saat içinde getir .. kaç pencere varsa onu da say gel bana söle .. yürüüü!!
Asistan kemal: emrrrrriszzzzkl ..hoaacmmzzdıı.!!


Kemal laba gider..labda 7 pencere vardır, hani çok merak edersiniz diye şey ettim..ve burada pencere sayısının bir önemi yok niye buna taktınız bilmiyorum!!! Burada as olan dersti dersss. Ders ne pekiii.. şudur.

Uygun rehber size uygun yollar öğretebilir içtenlikle ama bu diğer herkesin de uygun davranacağını garanti etmez. Akademide tek kaşarın siz olduğu yanılsamasına kapılmayın özetle. Akademik ortam havada karada tüylerinizi bile yolmadan sizi yiyecek bir sürü rakip, bir sürü kaşar, bir sürü rehberle doludur ve elbette ki sizin hayatı öğrenmeniz için evren bu adamları kısa süreliğine görevlendirir. Evren sizin öğrenme isteğinizi yanıtlamak için bir sürü görevli yollar ve siz niyet ettikçe bu görevliler gelir gider, gelir gider ... eee siz niyet ettiniz, siz çağırdınız, siz istediniz. Dır dır etmeyin ve size gelen bütün rehberlerinizle ahenk içinde raks edin bakalım. Zira bütün bunları öğrenmek için oradasınız .. başka da bir şey için değil …yani!!

07.02.2003
cuma

devamı için AKADEMİK GEYİKLERR III 'e bakalım lütfen diyemiyorum çünkü uykum geldi yarın ekleyeceğim onu şekerler :)

04 Mayıs 2009

AKADEMİK GEYİKLERR 1 - AKADEMİK OLMAK NE DEMEK ?


Şimdi böyle bir yazı dizisine başlamanın pekçok zorluğu var önce bunu yazayım..neden mi? Çünkü her okuyan diyecekki “aaa..beni anlatmış namussuz yaaa”. Bu birinci risk ve yazana ait..gelelim ikinci zorluğa. Bu zorluk da okuyana ait aslında ki o da şu. Bu yazıyı ve oradaki tiplemeyi okuyan biri şöyle de diyebilir..”aaaaa bak bizim hocayı anlatmış yaa helal olsunnn heheeheheee”..İşte bu da ikinci risk oluyor. Şimdi diyeceksiniz ki ee bunların nesi risk ki..ha öyle ha böyle her yazı bunlardan birine düşer kardeşim. Evet her yazı düşer birine de, bunu yazan da bir akademisyen ve sorun orada. Elbette ki çevresindeki olayları deneyimleri ve komiklikleri aktarırken yakınında eteğinde yöresinde bulunanlardan yola çıkacak. Dolayısıyla övgü de yergi de alsa hepsi yazana dönecek. Ama benim burada derdim şunu ya da bunu anlatmak değil ki..ben kimseyi anlatmıyorum ve herkesi anlatıyorum aslında..ve de birlikte biraz kendi kendimize gülelim diyorum..hepsi bu:)


O halde madem hepsi bu başlayalım bakalım..Önce akademik ortamı tanıyalım değil mi..akademik alan nasıl sınıflanır..birbirinden nasıl farklılaşır..akademik kişi kimdir..nasıl birileridir bunlar, ne işe yararlar, olmasalar ne olurdu gibi sorularımızın yanıtlarını bulalım şimdi kısaca.

HAYDİ BAKALIMMM..
GU KATSAYISI...hmmmm

Akademik ortam bir kaç yönden sınıflandırılabilir. Birinci ve en bilinen ölçü GU katsayısıdır. Bu ölçüt binlerce yıldır kullanılmakta olduğundan kesin ve güvenilir sonuçlar verdiği bilinmektedir. Nedir peki bu GU ölçütü ve açınımı nasıldır. Her kurum gibi akademik alanda da pekçok çeşit insan..pekçok çeşit sorun ve pekçok çeşit ifadelendirme biçimi bulunur. Ama her kurumda olduğu gibi yönetici genelikle tektir. Dolayısıyla pekçok kişi bu tek yöneticiye doğru bir bilgi akışı oluşturur ve yönetici de bu bilgiyi değerlendirerek, tekrar pek çoğa gereği için geri postalar. Buna kurumsal işlevsel akış denir. Şimdiii..bu işlevsel akış içindee, yöneticiye saf bilgi de akabilir..arızalı bilgi de..işte, bilginin buradaki arıza miktarına GU katsayısı deniyor. Peki açınımı ne bunun..söyliyeyim hemen. Mesela pek çoktan birinin, aşağılarda bir yerlerde şöyle bir cümle sarf ettiğini düşünelim..”gelsin de görsün halimizi bu döt dekann!!” Şimdi..bu cümle saf haliyle tekliğe..yada yöneticiye aktarılsa buna tamamen saf bilgi deniliyor..o zaman GU katsayısı 0 olur. Ama hepimiz biliriz ki bu genellikle böyle olmaz..şöyle olur.

1. aşama mutasyon : gelsin de görsün halimizi! (“döt kısmı” adabı muaşerete uymaz ve atılır.) Gu katsayısı 20 puan artar.
2. aşama mutasyon : görsün halimizi! (“gelsin” kısmı..bir yönetici ayağa çağrılamayacağından atılır.) GU katsayısı 40 oldu.
3. aşama mutasyon: görsün (“hal” bir şikayet ibaresi olduğundan atılır) GU katsayısı 60’ a çıktı.
4. aşama mutasyon: gör (“sün “ eki..birinci tekil şahıstır..dil bilgisi açısından 2. Çoğul şahis gerekiyor atılır) GU katsayısı 80’ vurdu.
5. aşama mutasyon: guk..(konu 3 harfle özetlenir) Gu katsayısı, nihayet 100.
evetttt..GU katsayısı bu olduğuna göre, akademik alanda da bunun yansımalarını göreceğimiz şimdiden açık. Size kolaylık olması açısından akademik ortamı GU katsayısına göre pozisyonlandıralım bakalım. Birinci pozisyon idareci pozisyonları.

İDARECİ POZİSYONLARI

Üniversite çeşitli fakülteler ve bölümlerden oluşur. Bazıları tek fakülte bazıları 10 fakülte..bazıları tek bölüm diğer bazıları 20 bölüm olabilir. Kuşkusuz üniversitenin baş yöneticisi olan rektör açısından çok fakülte çok bölüm durumu en eğlendirici olan olmalıdır sanırsınız değil mi..aha..işte orası öyle değil pek. Eğlenmek için fakülte ve bölümlerin sayısından çokk..onların içinde yer alan elemanların ruh hali..hırs hali..aşk hali gibi başka ölçütler geçerlidir. Dolayısıyla bizim açımızdan sayılar değil “hal çeşitliliği” daha önemlidir burada. Ayrıca ikinci anlaşılması gereken konu da şudur..neden bir akademisyen rektör olmak ister.. Bu önemli varoluşsal soruyu da size “haz” felsefesi açısından açıklamaya çalışıcam az sonra. Madem rektörlük makamından başladık önce onu ve görevlerini tanıyalım.

EKOLOJİK VE SPRİTÜEL BİR POZİSYON/REKTÖRLÜK

Rektörler üniversite açısından, “karadutum çatalkaram bi tanem“ pozisyonunda duran ve asli görevleri üniversiteye “iş aş ekmek ya da..bilimsel standart ve çıtalar getirmek yadaa..çeki –bu ne ise..ben de bilmiyorum- ve düzen” getirmek olan en büyük yöneticilerdir. Rektör olmak zordur, öyle hemen her aklına gelen rektör olamaz. Neden? Mesela şimdi bu yazıyı okuyan her akademisyenin hayalinde şu vardır. “Ulen bi gün rektör olcemmm..bak o zaman…” Bu klasik geyik pek çok akılda esmesine rağmen bu akılların pek azı bunu gerçekleştirebilir çünkü rektörlük akılla erişilebilecek bir mevki olmaktan çok bir gönül işidir. Bilimsellik bir ölçüt değil mi peki bu iş için diyenlere cevabım hazır ..hemen yazıyorum. Hayır, tek başına değil. Şimdilik bu hayır ile idare edin daha sonra açılacak bu.

Evet dedik ki bu bir gönül işidir..iyi de gönül işi ne demektir? Şöyle izah edilebilir. Bir iş yapacaksanız önce gönlünüzden gelmeli bu. Temiz bir şekilde öncelikle gönülden niyet edilecek yani. Nasıl temiz olunabilir peki? Birkaç yolu varsa da akademide en etkin olanı şudur. Gönlünüzü çevredeki pek çok şeyden yalıtarak ve kafayı işin içine gömerek. Bu nasıl sağlanabilir peki? İşte GU katsayısı burada devreye girer. Eğer, çevrenizdeki GU katsayısını yüksek tutabilirseniz en önemli aşamayı başarmış sayılabilirsiniz.

Çevreniz GU’klayan onlarca yüzlerce insanla sarıldığında bu hem içinizi hem de dışınızı berrak bir su gibi..akan bir su gibi duru ve parlak kılacaktır..ki bu nedenle rektörlük pozisyonlarına literatürde “ekolojik yada spritüel” pozisyonlar adı da verilir.. Aşağıdan size doğru akan bilgi bunca arınmış ve yalınlaşmış olduğunda bu gelen bilgiye “eee..mutasyon abii” tabirinin kısaltılmışı olarak EMUTASYON..ve bu tür bilgiye de EMUTASYONEL bilgi denilir ki, bunu da bir köşeye not etmiş olun derim ben: )


Gelelim şimdi de haz felsefesi açısından rektör olmanın anlamını çözümlemeye..bi kere ben test ettim ve karar verdim ki rektör olmanın en büyük ve en temel hazzı..cam fincanla çay içebilir pozisyonda olunduğunun çaycı hüseyin tarafından kabul ve tescil edilmiş olmasıdır. Kolay değil yılların Hüseyin’i cam bardakla çay versin hı??..işte olay budur..cam fincan ve altında emutasyonel peçete..Burada ortaya çıkan kozmik gerçeği hemen açıklayalım o halde;

1. özne olan çayın nesnesinin cam olması..
2. Hüseyin’in bir karar mekanizması olarak verdiği onay..
3. ve emutasyonel bilgi akışı vasıtasıyla GU katsayısını tüm kademelerde yaygınlaştırmış olmanın verdiği başarma duygusu.

Başka abuk subuk gerekçeler arayıp boşa zaman kaybetmeyin. Ben konuyu açıklıkla ve kesin biçimde özetledim. Başka ifadelerle tekrar yazıp noktayı koyalım. Haz felsefesi açısından rektör olmanın anlamı, kurumumda ontolojik ve epistemolojik anlamda yaratmış olduğum spritüel değişimdir.


YÜKSEL-YÜKSELT POZİSYONU DEKANLIK


Şimdi burada ne oldu..burada GU noktası dediğimiz şey tezahür etti. Yani eski paradigmadaki bir kazanan ve bir kaybedenin olduğu durum yaşanmadı..tersine GU noktası vasıtasıyla her iki taraf da eşzamanlı olarak bu görüşmeden haz duyarak ve anlaşılmış olduğu hissiyle ayrıldı ki bu tam bir ortak yaratımdı. Dekanlık pozisyonunda duran kimseler açısından bu eşzamanlılığı yakalamak çok ama çok önemlidir..ve yükselen ya da alçalan, karşınıza kim gelirse gelsin geçerli ve etkin bir yöntemdir. Eşzamanlılığı kollayan bu tür etkileşimlere aynı zamanda ingiliz taktiği denmekteyse de bu yine eski paradigmanın bir tabiri olduğundan biz buna “yüksel-yükselt” pozisyonu demeyi yeğliyoruz.

Bu durumun haz felsefesi açısından anlamı da şu; dekan olan kişi kazan/kaybet şeklindeki eskimiş bir paradigmayı değiştirmiş ve herkesin kendini kazanç duygusu içinde algılamasının kapısını aralamıştır.. ki bu duygu da bizim için o kurumda varolabilmemizin temel koşullarından en önemlisidir.



Evet..rektörlük özetle bu imiş. Rektörden sonra dekanlar gelir. Ancak dekanlık pozisyonunu kavrayabilmek için sadece GU katsayısı bizim için yeterli olmayacak ..bir de GU noktası denilen bir başka ölçüyle açacağız bu pozisyonu. O halde yine sırayı bozmayalım ve şu GU noktası kavramını bir anlayalım bakalım.

Bu da şöyle bir şey demek bakınız. Dekanlık öyle bir mevkidir ki onlar içinde yoğruldukları hamur teknesinin başına geçerler ve dolayısıyla kurumlarındaki bütün herşeyi ve herkesi özbeöz geçmişlerinin son deliğine kadar bilir ve tanırlar. Eee bu onların da kurumdakilerin de hayrınadır mı dediniz..ve eee bu aynı zamanda işi kolaylaştırır çünkü bir şekilde dekanla herkesin arasında bir selamdaşlık bağı var mı da dediniz..hmmmm..evet bütün bunlar gerçekliği yüksek olan çıkarımlar. Ama aynı zamanda bizzat sorun burda zaten. Neden sorun? Çünkü Birincisi, kadrolarında yer alan herkesi ve herkesi tanırlar evet..ama İkincisi ise, geçmişteki herşeye rağmen kadrolarında yer alan herkes ama herkesin dekanı olmak zorundadırlar. Yani herkese eş mesafede duracaklar ..kolay iş midir bu!! Her neyse duygusal kısmına düşmeyelim işin..bunu açmamın nedeni şuydu. Dekan böyle bir ilişki ağından bizim yarattığımız ve yükselttiğimiz bir yere oturunca doğal olarak onun, aynı burçlardaki gibi yükselen ve alçalan kitleleri olacaktır..ve eğer siz yükselenseniz sorun yokkk..amaaa..ya alçalansanız!!

Dekanlar da insandır, egoları vardır..duyguları bulunur..bizim gibi yerler içerler falan..dolayısıyla hem rektörden daha fazla bire bir ilişkidedirler herkesle, hem de etkilere karşı daha korunmasızlardır. Tam da burada GU noktası devreye girerr ve bize dekanlık pozisyonunun niteliklerini açıklar..yine bir örnek yazalım anlamayı kolaylaştırmak için..buyrun..Sahne bir dekanlık odası. Dekandan talebimiz var bize 3 bilgisayar lazım.

İçimizdeki düşünce: aha..3 bilgisayar dediğimde dibi düşecek hayatta vermez..bunu gerekçelendirmem lasım.
Dışımızdaki ses: Sayın hocam..biliyorsunuz ki biz bir proje üzerinde çalışıyoruz ve oldukça ses getirecek bir deneme bu..arkadaşlarla görüştük anladık ki bizim teknik desteğimiz biraz artarsa dünya çapında iş çıkarıcaz.
Dekanın içindeki ses: Hadi ordan len..sabahtan akşama kadar gezmediğin abuk subuk site kalmamış bi de bana proje dünya bilmemne kakalıyo..
Dekanın dışındaki ses: anlıyorum bu çok sevindirici bir haber hocam ancak biliyorsunuz ki şu sıra elimizde yeterince kaynak yok..ama en kısa zamanda bunu gündeme taşıyacağım merak etmeyin..fakültemiz adına çok iyi bir haber verdiniz teşekkür ederim.
İçimizdeki düşünce: yedi mi ki..yok yemedi bencee..hmmm ama öyle bir konuştu ki olacak bu iş olacak..sezgilerim güçlüdür çok olumlu baktı buna bitti bu iş.
Dışımızdaki ses: Hocam ben teşekkür ederim. Bilim camiası size minnettar kalacak inanın.

ÜTOPYAAA - BÖLÜM BAŞKANLIĞI POZİSYONU

Sıra geldi bölüm başkanlarına. Adı üzerinde. Bölümlerin başkanları anlamına gelen bölüm başkanı ibaresi bize şunu gösteriyor. Demek kii, her bölüm baş, gövde ve ayaklar gibi organlardan oluşmaktadır. Peki asıl soruya gelelim, neden bir baş gerekir ? Yanıt açık çünkü madem gövde ve ayaklar var ve bunlar da kendi başlarına bırakılınca bir işe yaramazlar o halde baş dediğimiz bir tür koordinatör..bir orkestra şefi..birrrr birrr baştır işte ve de lazım bir şeydir.

Bölüm başkanı olağan olarak “baş” tarafı temsil ettiğinden, öğretim üyeleri “gövde”yi, araştırma görevlileri ise “ayakları” oluşturuyor olmalılar diyesi geliyor insanın değil mi? Evet..madem ki evet dediğin gibidir diyorsun o halde sana bunun benim dediğim gibi olmadığını kanıtlıycak verilere geçiyorum. Ancak bunu da yapabilmek için bir başka yeni kavrama ihtiyacımız var ki buna da GU PARADOKSU deniyor. Haydaaaa..ne çok GU varmış ya demeyelim lütfen.. bugüne kadar bunları öğrenmemiş olmak zaten yeterince ayıp çünkü: )

Evet..GU paradoksu hemen tüm GU’lar içinde en zor anlaşılır olandır diyebiliriz. O nedenle bunu anlatmadan önce bölüm başkanı nedir nasıl bir pozisyonda ikamet eder bi kısaca buna bakalım. Bir dekan ve rektör..kendi göz kulak ve ağzıyla konuşabilirken genellikle bir bölümün başkanı tüm bunları yapabilmek için bölüm akademik kurulunun, fakülte yönetim kurulunun, senatonun vb pek çok organın ağız, göz, kulak ve söz birliğine muhtaçtır. Bu önemli bir farktır ve de işin eğlenceli, yaratan kısmıyla hiç alakası yoktur. Bir bölüm başkanı bunca şeye muhtaç ise, ona baş demek de bir nevi haksızlıktır aslında. Dolayısıyla o daha çok, bölümlerdekilerin ahenkle dansetmesi için orda bulunan bir kozmik şakacıya benzer ve bu yanıyla “gerçekçi ol..olanaksızı iste” diyen bir 68 li ile daha çok ortak yönü bulunur. Bölüm başkanları bu nitelikleri ile batıdan bakınca nesli tükenmiş bir 68 ruhunu temsil ederken, doğudan bakınca Himalaya’ larda yaşayan bir guruyu andırır. Bizim topraklardan bakınca da bir başkandır kabul. Ama asolan onun ütopyacı kimliğidir. Bu çok kutsal ve kadim rolü sevdim de..sorun şu ki bir bölüm başkanı bütün bu kadim görevleri nasıl yapacak? Gerçekten baş olsaydı sorun yok..vurun tez elden saçlarını der..ahengi bozan telleri uçurur ve yeniden denge yaratabilirdi..ama oysa biliyoruz ki bir bölüm başkanı bir tutam saçı kesebilmek için bile bugün akademik kurulda şu tür konuşmalara bağımlıdır..sahne, bölüm toplantı odası.


Bölüm başkanı: Arkadaşlar bugünkü toplantı konumuz şu. Haydar beyin tepesindeki bir tutam saç bir kaç zamandır mevsim normallerine uygun hareket etmiyor kanaatindeyim. Ahenksiz raks eden bir kaç telinin feyz alınsın diye kesilip, bir kaçının da jöleyle keline şappp diye yapıştırılması gerek diye düşünüyorum..evet buyrun görüşlerinizi alalım.
Bir öğretim üyesi: Hattızatında benim önerim şudur..saçın tümüyle jölelenerek sağ tarafa yatırılması..ve kel kalan kısma da saç ekilmesi zannımca daha uygun bir çözümdür. Böylelikle arkadaşımızı da rencide etmemiş oluruz.
Bir başka öğretim üyesi: Ben bunun yeterli olmayacağına inanıyorum..Haydar beyin önde rakseden perçemleri her sabah gözüme batıyordu zaten..öle insanın içini gıcıklayan bir raksedişleri var..bunu kurumumuz açısından çok tehlikeli buluyorum açıkcası..bir an önce önlem alınması ve Haydar beyin özellikle öndeki tutamının bir an önce kurul marifetiyle kesilmesini öneririm arkadaşlar.
Bir diğer öğretim üyesi: Şimdi konuyu yönetmelikler çerçevesinde ele alırsak arkadaşlar..yönetmelik mevsim normallerini tarif ederken Ankara’yı veri almıştır..oysa burası Ege ve dolayısıyla ordaki normaller burda aynı biçimlerde geçerli değil biliyorsunuz..o nedenle benim kanaatim odur ki bu kurul öncelikle bizim coğrafyamıza uygun olan saçlardaki ahenk meselesini çalışsın ve bunu bundan sonra ilkeli olarak izleyelim. Haydar bey konusunu da buna bağlı değerlendirelim derim.
Bölüm başkanı: O halde kararımız şudur. Haydar beyin ön yönetmelikleri Ankara normallerine uygun olarak jölelenecek ve geriye kalan kısma bölümdeki ahenki bozmayacak biçimde at kılı ekilecektir..görüş birliğiyle kabul edilmiştir.


Şimdi..burada olan nedir..burada olan arkadaşlar GU paradoksu dediğimiz haldir. Demekki GU paradoksu..içinden çıkılamayan ve tümüyle uzlaşmaz görünen haller için üretilebilen ender kıl tüy yün çözümler anlamına geliyor. Olayın paradoksal yanı da şudur ki..burada hiç bir bilinen çözüm hiç bir bilinen soruna uyarlanamaz. Sorunun ardında yatan söylenmemişlere karşılık olarak, çözüm sınıfında duracak birşeyler üretebilmeyi becermektir asolan. Ee ütopya da budur zaten. Bölüm başkanları bunun için varlar ..ve de elbette ki varolsunlar.

Bu arada bölüm başkanlığı eğenceli bi müessese değilmiş diyorsanız yine hemen itiraz ederim ben. Çünü eğer hiçbir eğlencesi ve de hazzı yoksa neden böyle bir pozisyon olsun ki değil mi..Onca insan bu görevi şanıyla yapıyorsa vardır elbet bir haz alanı yada keyfi bu işin. Sanırım bölüm başkanlığının haz kısmı daha çok o pozisyonda duran kişinin büründüğü başka rollerle ilgilidir ..bütün zamanını paradoksal sorun ve çözümlerle geçiremeyeceğine göre bu insan, mutlaka kalan zamanında haz duyduğu şeyler de yapıyordur…yani!

Peki ..fazla merak ettirmiycem sizi hemen açıyorum bu haz alanlarını da. Birinci olarak bütün bölüm başkanlarında varolduğunu gördüğüm bir role..”babalık” rolüne bakalım. Sadece baş olmak kesmez ki insanı..hele de bizim toplumumuzda bişeyin başı olmak yerine babası olmak daha makbuldür bilirsiniz .Nasıl bir babadır bu o halde? Bu baba akademik olduğundan sadece gereğinde kızan ve gereğinde seven gibi klasik rolle işin içinden sıyrılamaz. Bu kesmez kimseyi..akademik babanın bütün bunlara ilave olarak “bir bilen”, “bir üstad”, “bir rehber” de olmayı becermesi lazım. Peki diyelim ki bildi de harbiden..yetmezzzz. bildiği kadar, burnunu ota boka bulaştırmadan akademik raksetmeyi sana öğretecek de..yetermi pekii..yetmezzzz..bunu öğretse bile, sen bale adımlarıyla zerafetle gittiğini sanırken boğazına kadar lökk diye gübreliğe düştüğünde gelip usulüyle seni çıkaracak da..evet, kolay değil babalık haklısınız ama gerçek bu yapacak bişey yok..ee bunun eğlencesi nerde derseniz eğer, bunun eğlence nesnesi de sizsiniz elbet. Hiç aklımıza gelmedi demeyin, kozmik mizah burada zaten. Siz hiç farkında olmadan başlı başına mizah konususunuz. Ee her şeyin bedeli ödenir..babalık yapanın da bu kadar eğlenme hakkı olmalı..yani! Peki bütün bölüm başkanları mizah sever mi..sevmeyenleri ne yapar? Hmm bu zorlu bir soru işte. Mizah sevmeyen bir baş..bunca iş arasında bir psikiyatristin mizah nesnesi olmak zorunda kalır ki bunu hiç bir bölüm istemez değil mi. Bırakın o halde size gülsün eğlensin..ve ahenkle rakseddin bölümcek yoksa başka türlü çekilmez olur herşey sizin için. Keyfini sürün özetle: )





GÖVDE NE Kİİİ ?

Evet akademik kadroyu ve ortamı tanımak için epey yol aldık..ama hala çekirdek olayına giremedik..çekirdek dediğim şu. Bütün işlerin yürümesini sağlayanlar..bunlar işin mutfağında çalıştıklarından biz onları pek sahnede şakırken göremeyiz.

ÖĞRETİM ÜYELERİMİZ


Gövdenin olmazsa olmaz gözbebeği ve de bizim topraklarımızda nadir yetişebilen elemanları kuşkusuz öğretim üyeleridir. Uzun yıllar dirsek sürtmüş, saçını süpürge etmiş, dilinde tüy bitmiş ve saçları tezlerle ağarmış insanlardan oluşur bunlar. Uzaktan da yakından da baksanız tanımanız çok kolaydır onları. Birinci olarak bunların bir yuvası vardır ki buna genellikle kendileri “odam” derler. Bu odam’larda tek eşli yaşarlar ve varolmak için “sınıfım” denilen yerlere ve “dersim” denilen şeylere muhtaçtırlar. Bu türün İnanç kalıplarını anlamak için hemen tümünün kutsal saydığı ve “doktoram” dedikleri şeye erişmeniz gerekir. Doktoram, bir kitap şeklinde olup ağırlığı 5 kilo ve üzeridir. Bunun altına indiğinde genellikle “yüksek lisans tezim” olarak adlandırılır ve erişmeseniz de olur, bişey kaybetmezsiniz yani. İkinci olarak, öğretim üyesi türünün kendine özgü bir başka şeyi de onun yürüyüşüdür. Tekamül seyri açısından ileri insan sınıfını temsil ettiğinden genellikle başı ve omuzları dik..karın içerde ve gözler ileriye dönük keskin bakışlı bir varlık olarak tanımlanabilir. Ayaklar grubunu oluşturan insanımsıların tersine bunlar koridorlarda yürürken elleri yere değmez ve düz bir hat üzerinde sağa sola sallanmadan yürüyebilirler. Bu ayıredici niteliklerine ek olarak “ekders ücretim” denilen birşey alırlar ki onların kuyruğunu pardon özür.. omurgasını dik tutan faktörün bu ekli şey olduğu yönünde iddialar da vardır ortalıkta.

Ancak yine de bazı durumlarda bazı kişilerin gövdeden mi..yoksa da ayak grubundan mı olduklarını ayıklayamayabilirsiniz. Bu durumda size işe yarayan bir ölçü verebilirim ki. Evet madem daraldınız ve karşınızdakinin ne olduğunu şeyedemediniz (bazen harbiden şeyedilemeyebiliyor..boya..makyaj balyaj vb durumlarda genç ve ileri insan görünümleri yaratmak çok olanaklı artık) hemen şu stratejiyi kullanın. Ona yaklaşın ve şunu sorun.


“hocam sınav nerden başlıycakk..baştan sonamı yoksa sondan başa mı?”.İşte tarihsel an geldi..iştee ayırdetme anı geldi..nasıl mı? Eğer sorduğunuz kişi bu soru üzerine size şöyle bir bakıp..kendinizi 8 kilo at boku içine düşmüş de sadece işaret parmağını boktan çıkarıp bu soruyu sorabiliyo durumunda hissettiriyorsa..o insan harbiden öğretim üyesidir. Yok..eğer soruyu sordunuz ve bu sorunun “amacının akademik anlamsızlığı, yöntemin bilimsel değersizliği, olguların istatiskiki geçersizliği, literatür taramasının keyfiliği, sorunun içerdiği kavramsal hatalar” gibi konularda 15 dakika süren bir söylev dinliyorsanız bilin ki o kişi öğretim üyesi değildir..haaa nedir peki bunu da az sora açmaya çalışacağız. Ama şöyle diyelim en azından o birr..o birrr tez zededir ve sizinle hiç bir ilgisi olmasa da kendi zedelerini sizinle paylaşmaya çalışmaktadır..sadece şefkat gösterin durum geçicidir.
Gelelim GU meselesinde bu türlerin akademik pozisyonuna..öğretim üyeleri GU katsayısına göbekten bağımlı..GU noktasında göreli bağımsız ancak GU paradoksu açısından ise tam anlamıyla etkin bir öznedirler.

KIZILDERİLİLERRR…ZENCİLERRRR..ABORJİNLERR..

Tam da bu noktada asıl olaya geldik. Araştırma Görevlileriii, kölelerrrrrrr, kızılderililerrrrrr, zencilerrrr, Afrika saz adamlarııı vb’lerrrr..yani kadim halklar : )



Akademik sıfatlarıyla araştırma görevlileri..evet. Bunlara adı üzerinde diyemeyeceğiz çünkü bir görevleri olduğu kesin de, bunun ne olduğu pek net değil. Araştırma adı altında geçse de bu grubun temel görevleri çok çeşitli olup, bu çeşitlilik yasayla da güvence altına alınmıştır. “Nedir kardeşim o zaman bunlar” dediğinizi duyuyorum..çok iyi ve yerinde bir soru ve bunu sanıyorum ki on bin yıllardır herkes soruyor. Ama ilk kez bir yanıt bulacak bu soru ve bilin ki siz bu anlamda çok şanslısınız.

Efendim..araştırma görevlileri bölümlerde “odamız” denilen yerlerde sürü halinde yaşayan ve genellikle “dersim”, “ek-mek şeyim”, “doktoram” vb kavramlara sahip olmayan; ayrıca hem gündüz hem de gece yaşayabilen, “eğik atış” pozisyonunda bir omurgaya sahip son derece özel bir varlık türüdür. Genellikle bölümlerde hızla çoğalırlar ve bölümlerin en geniş kadrolarını oluştururlar. İçlerinden bazıları “doktoram” denilen şeyi başarıp bir üst kademeye geçerken bazıları uzun yıllar “tezim var” aşamasında takılı kalabilirler. Takılı kalanlar hemen çöpe atılmaz elbette ve çeşitli geri dönüşüm projeleriyle tekrar kullanıma sokulabilirler.

Bu türün en belirgin inanç kalıbı “bensiz olmaz” şeklindedir ve de çok haklıdır. bunun için çok temel 3 gerekçeleri var.

1. Biz yaptık
2. Biz yaptık
3. Biz yaptık

Evet..3 temel gerekçede çok haklı. Buradaki yapmak fiiilini salt olumlamak anlamında kullanmıyorum ben. Buradaki yapmak fiili en geniş anlamıyla; nefis bir iş çıkarmak, işin b…kunu çıkarmak, yada bir b..k yapamamak anlamlarında çok geniş bir spekturumda kullanılmıştır. Ve bu, onların bir “yapan” olduğu gerçeğini hiç değiştirmez.

Gelelim bu türün GU olgusu kapsamındaki pozisyonuna. Araştırma görevlilerinin GU katsayısı genellikle 100 yada 100’e yakındır..GU noktası açısından tam bir etkisiz eleman olarak görülebilirler. GU paradoksunu algılamaları ise hiç olası değildir. Bu da onların “yapamayan” yanıdır. Özetle Gu olgusu açısından tam anlamıyla bir yapamamazlık halinde oldukları söylenebilir. Ama zaten bütün eğitimde amaç, GU’lar konusunda kitlesel bir aydınlanma oluşturmak değimlidir? Akademi bundan niye muaf olsun ki..


06.02.2003 perşembe
devamı için AKADEMİK GEYİKLERR II 'ye bakalım lütfen :)