04 Mayıs 2009

AKADEMİK GEYİKLERR 1 - AKADEMİK OLMAK NE DEMEK ?


Şimdi böyle bir yazı dizisine başlamanın pekçok zorluğu var önce bunu yazayım..neden mi? Çünkü her okuyan diyecekki “aaa..beni anlatmış namussuz yaaa”. Bu birinci risk ve yazana ait..gelelim ikinci zorluğa. Bu zorluk da okuyana ait aslında ki o da şu. Bu yazıyı ve oradaki tiplemeyi okuyan biri şöyle de diyebilir..”aaaaa bak bizim hocayı anlatmış yaa helal olsunnn heheeheheee”..İşte bu da ikinci risk oluyor. Şimdi diyeceksiniz ki ee bunların nesi risk ki..ha öyle ha böyle her yazı bunlardan birine düşer kardeşim. Evet her yazı düşer birine de, bunu yazan da bir akademisyen ve sorun orada. Elbette ki çevresindeki olayları deneyimleri ve komiklikleri aktarırken yakınında eteğinde yöresinde bulunanlardan yola çıkacak. Dolayısıyla övgü de yergi de alsa hepsi yazana dönecek. Ama benim burada derdim şunu ya da bunu anlatmak değil ki..ben kimseyi anlatmıyorum ve herkesi anlatıyorum aslında..ve de birlikte biraz kendi kendimize gülelim diyorum..hepsi bu:)


O halde madem hepsi bu başlayalım bakalım..Önce akademik ortamı tanıyalım değil mi..akademik alan nasıl sınıflanır..birbirinden nasıl farklılaşır..akademik kişi kimdir..nasıl birileridir bunlar, ne işe yararlar, olmasalar ne olurdu gibi sorularımızın yanıtlarını bulalım şimdi kısaca.

HAYDİ BAKALIMMM..
GU KATSAYISI...hmmmm

Akademik ortam bir kaç yönden sınıflandırılabilir. Birinci ve en bilinen ölçü GU katsayısıdır. Bu ölçüt binlerce yıldır kullanılmakta olduğundan kesin ve güvenilir sonuçlar verdiği bilinmektedir. Nedir peki bu GU ölçütü ve açınımı nasıldır. Her kurum gibi akademik alanda da pekçok çeşit insan..pekçok çeşit sorun ve pekçok çeşit ifadelendirme biçimi bulunur. Ama her kurumda olduğu gibi yönetici genelikle tektir. Dolayısıyla pekçok kişi bu tek yöneticiye doğru bir bilgi akışı oluşturur ve yönetici de bu bilgiyi değerlendirerek, tekrar pek çoğa gereği için geri postalar. Buna kurumsal işlevsel akış denir. Şimdiii..bu işlevsel akış içindee, yöneticiye saf bilgi de akabilir..arızalı bilgi de..işte, bilginin buradaki arıza miktarına GU katsayısı deniyor. Peki açınımı ne bunun..söyliyeyim hemen. Mesela pek çoktan birinin, aşağılarda bir yerlerde şöyle bir cümle sarf ettiğini düşünelim..”gelsin de görsün halimizi bu döt dekann!!” Şimdi..bu cümle saf haliyle tekliğe..yada yöneticiye aktarılsa buna tamamen saf bilgi deniliyor..o zaman GU katsayısı 0 olur. Ama hepimiz biliriz ki bu genellikle böyle olmaz..şöyle olur.

1. aşama mutasyon : gelsin de görsün halimizi! (“döt kısmı” adabı muaşerete uymaz ve atılır.) Gu katsayısı 20 puan artar.
2. aşama mutasyon : görsün halimizi! (“gelsin” kısmı..bir yönetici ayağa çağrılamayacağından atılır.) GU katsayısı 40 oldu.
3. aşama mutasyon: görsün (“hal” bir şikayet ibaresi olduğundan atılır) GU katsayısı 60’ a çıktı.
4. aşama mutasyon: gör (“sün “ eki..birinci tekil şahıstır..dil bilgisi açısından 2. Çoğul şahis gerekiyor atılır) GU katsayısı 80’ vurdu.
5. aşama mutasyon: guk..(konu 3 harfle özetlenir) Gu katsayısı, nihayet 100.
evetttt..GU katsayısı bu olduğuna göre, akademik alanda da bunun yansımalarını göreceğimiz şimdiden açık. Size kolaylık olması açısından akademik ortamı GU katsayısına göre pozisyonlandıralım bakalım. Birinci pozisyon idareci pozisyonları.

İDARECİ POZİSYONLARI

Üniversite çeşitli fakülteler ve bölümlerden oluşur. Bazıları tek fakülte bazıları 10 fakülte..bazıları tek bölüm diğer bazıları 20 bölüm olabilir. Kuşkusuz üniversitenin baş yöneticisi olan rektör açısından çok fakülte çok bölüm durumu en eğlendirici olan olmalıdır sanırsınız değil mi..aha..işte orası öyle değil pek. Eğlenmek için fakülte ve bölümlerin sayısından çokk..onların içinde yer alan elemanların ruh hali..hırs hali..aşk hali gibi başka ölçütler geçerlidir. Dolayısıyla bizim açımızdan sayılar değil “hal çeşitliliği” daha önemlidir burada. Ayrıca ikinci anlaşılması gereken konu da şudur..neden bir akademisyen rektör olmak ister.. Bu önemli varoluşsal soruyu da size “haz” felsefesi açısından açıklamaya çalışıcam az sonra. Madem rektörlük makamından başladık önce onu ve görevlerini tanıyalım.

EKOLOJİK VE SPRİTÜEL BİR POZİSYON/REKTÖRLÜK

Rektörler üniversite açısından, “karadutum çatalkaram bi tanem“ pozisyonunda duran ve asli görevleri üniversiteye “iş aş ekmek ya da..bilimsel standart ve çıtalar getirmek yadaa..çeki –bu ne ise..ben de bilmiyorum- ve düzen” getirmek olan en büyük yöneticilerdir. Rektör olmak zordur, öyle hemen her aklına gelen rektör olamaz. Neden? Mesela şimdi bu yazıyı okuyan her akademisyenin hayalinde şu vardır. “Ulen bi gün rektör olcemmm..bak o zaman…” Bu klasik geyik pek çok akılda esmesine rağmen bu akılların pek azı bunu gerçekleştirebilir çünkü rektörlük akılla erişilebilecek bir mevki olmaktan çok bir gönül işidir. Bilimsellik bir ölçüt değil mi peki bu iş için diyenlere cevabım hazır ..hemen yazıyorum. Hayır, tek başına değil. Şimdilik bu hayır ile idare edin daha sonra açılacak bu.

Evet dedik ki bu bir gönül işidir..iyi de gönül işi ne demektir? Şöyle izah edilebilir. Bir iş yapacaksanız önce gönlünüzden gelmeli bu. Temiz bir şekilde öncelikle gönülden niyet edilecek yani. Nasıl temiz olunabilir peki? Birkaç yolu varsa da akademide en etkin olanı şudur. Gönlünüzü çevredeki pek çok şeyden yalıtarak ve kafayı işin içine gömerek. Bu nasıl sağlanabilir peki? İşte GU katsayısı burada devreye girer. Eğer, çevrenizdeki GU katsayısını yüksek tutabilirseniz en önemli aşamayı başarmış sayılabilirsiniz.

Çevreniz GU’klayan onlarca yüzlerce insanla sarıldığında bu hem içinizi hem de dışınızı berrak bir su gibi..akan bir su gibi duru ve parlak kılacaktır..ki bu nedenle rektörlük pozisyonlarına literatürde “ekolojik yada spritüel” pozisyonlar adı da verilir.. Aşağıdan size doğru akan bilgi bunca arınmış ve yalınlaşmış olduğunda bu gelen bilgiye “eee..mutasyon abii” tabirinin kısaltılmışı olarak EMUTASYON..ve bu tür bilgiye de EMUTASYONEL bilgi denilir ki, bunu da bir köşeye not etmiş olun derim ben: )


Gelelim şimdi de haz felsefesi açısından rektör olmanın anlamını çözümlemeye..bi kere ben test ettim ve karar verdim ki rektör olmanın en büyük ve en temel hazzı..cam fincanla çay içebilir pozisyonda olunduğunun çaycı hüseyin tarafından kabul ve tescil edilmiş olmasıdır. Kolay değil yılların Hüseyin’i cam bardakla çay versin hı??..işte olay budur..cam fincan ve altında emutasyonel peçete..Burada ortaya çıkan kozmik gerçeği hemen açıklayalım o halde;

1. özne olan çayın nesnesinin cam olması..
2. Hüseyin’in bir karar mekanizması olarak verdiği onay..
3. ve emutasyonel bilgi akışı vasıtasıyla GU katsayısını tüm kademelerde yaygınlaştırmış olmanın verdiği başarma duygusu.

Başka abuk subuk gerekçeler arayıp boşa zaman kaybetmeyin. Ben konuyu açıklıkla ve kesin biçimde özetledim. Başka ifadelerle tekrar yazıp noktayı koyalım. Haz felsefesi açısından rektör olmanın anlamı, kurumumda ontolojik ve epistemolojik anlamda yaratmış olduğum spritüel değişimdir.


YÜKSEL-YÜKSELT POZİSYONU DEKANLIK


Şimdi burada ne oldu..burada GU noktası dediğimiz şey tezahür etti. Yani eski paradigmadaki bir kazanan ve bir kaybedenin olduğu durum yaşanmadı..tersine GU noktası vasıtasıyla her iki taraf da eşzamanlı olarak bu görüşmeden haz duyarak ve anlaşılmış olduğu hissiyle ayrıldı ki bu tam bir ortak yaratımdı. Dekanlık pozisyonunda duran kimseler açısından bu eşzamanlılığı yakalamak çok ama çok önemlidir..ve yükselen ya da alçalan, karşınıza kim gelirse gelsin geçerli ve etkin bir yöntemdir. Eşzamanlılığı kollayan bu tür etkileşimlere aynı zamanda ingiliz taktiği denmekteyse de bu yine eski paradigmanın bir tabiri olduğundan biz buna “yüksel-yükselt” pozisyonu demeyi yeğliyoruz.

Bu durumun haz felsefesi açısından anlamı da şu; dekan olan kişi kazan/kaybet şeklindeki eskimiş bir paradigmayı değiştirmiş ve herkesin kendini kazanç duygusu içinde algılamasının kapısını aralamıştır.. ki bu duygu da bizim için o kurumda varolabilmemizin temel koşullarından en önemlisidir.



Evet..rektörlük özetle bu imiş. Rektörden sonra dekanlar gelir. Ancak dekanlık pozisyonunu kavrayabilmek için sadece GU katsayısı bizim için yeterli olmayacak ..bir de GU noktası denilen bir başka ölçüyle açacağız bu pozisyonu. O halde yine sırayı bozmayalım ve şu GU noktası kavramını bir anlayalım bakalım.

Bu da şöyle bir şey demek bakınız. Dekanlık öyle bir mevkidir ki onlar içinde yoğruldukları hamur teknesinin başına geçerler ve dolayısıyla kurumlarındaki bütün herşeyi ve herkesi özbeöz geçmişlerinin son deliğine kadar bilir ve tanırlar. Eee bu onların da kurumdakilerin de hayrınadır mı dediniz..ve eee bu aynı zamanda işi kolaylaştırır çünkü bir şekilde dekanla herkesin arasında bir selamdaşlık bağı var mı da dediniz..hmmmm..evet bütün bunlar gerçekliği yüksek olan çıkarımlar. Ama aynı zamanda bizzat sorun burda zaten. Neden sorun? Çünkü Birincisi, kadrolarında yer alan herkesi ve herkesi tanırlar evet..ama İkincisi ise, geçmişteki herşeye rağmen kadrolarında yer alan herkes ama herkesin dekanı olmak zorundadırlar. Yani herkese eş mesafede duracaklar ..kolay iş midir bu!! Her neyse duygusal kısmına düşmeyelim işin..bunu açmamın nedeni şuydu. Dekan böyle bir ilişki ağından bizim yarattığımız ve yükselttiğimiz bir yere oturunca doğal olarak onun, aynı burçlardaki gibi yükselen ve alçalan kitleleri olacaktır..ve eğer siz yükselenseniz sorun yokkk..amaaa..ya alçalansanız!!

Dekanlar da insandır, egoları vardır..duyguları bulunur..bizim gibi yerler içerler falan..dolayısıyla hem rektörden daha fazla bire bir ilişkidedirler herkesle, hem de etkilere karşı daha korunmasızlardır. Tam da burada GU noktası devreye girerr ve bize dekanlık pozisyonunun niteliklerini açıklar..yine bir örnek yazalım anlamayı kolaylaştırmak için..buyrun..Sahne bir dekanlık odası. Dekandan talebimiz var bize 3 bilgisayar lazım.

İçimizdeki düşünce: aha..3 bilgisayar dediğimde dibi düşecek hayatta vermez..bunu gerekçelendirmem lasım.
Dışımızdaki ses: Sayın hocam..biliyorsunuz ki biz bir proje üzerinde çalışıyoruz ve oldukça ses getirecek bir deneme bu..arkadaşlarla görüştük anladık ki bizim teknik desteğimiz biraz artarsa dünya çapında iş çıkarıcaz.
Dekanın içindeki ses: Hadi ordan len..sabahtan akşama kadar gezmediğin abuk subuk site kalmamış bi de bana proje dünya bilmemne kakalıyo..
Dekanın dışındaki ses: anlıyorum bu çok sevindirici bir haber hocam ancak biliyorsunuz ki şu sıra elimizde yeterince kaynak yok..ama en kısa zamanda bunu gündeme taşıyacağım merak etmeyin..fakültemiz adına çok iyi bir haber verdiniz teşekkür ederim.
İçimizdeki düşünce: yedi mi ki..yok yemedi bencee..hmmm ama öyle bir konuştu ki olacak bu iş olacak..sezgilerim güçlüdür çok olumlu baktı buna bitti bu iş.
Dışımızdaki ses: Hocam ben teşekkür ederim. Bilim camiası size minnettar kalacak inanın.

ÜTOPYAAA - BÖLÜM BAŞKANLIĞI POZİSYONU

Sıra geldi bölüm başkanlarına. Adı üzerinde. Bölümlerin başkanları anlamına gelen bölüm başkanı ibaresi bize şunu gösteriyor. Demek kii, her bölüm baş, gövde ve ayaklar gibi organlardan oluşmaktadır. Peki asıl soruya gelelim, neden bir baş gerekir ? Yanıt açık çünkü madem gövde ve ayaklar var ve bunlar da kendi başlarına bırakılınca bir işe yaramazlar o halde baş dediğimiz bir tür koordinatör..bir orkestra şefi..birrrr birrr baştır işte ve de lazım bir şeydir.

Bölüm başkanı olağan olarak “baş” tarafı temsil ettiğinden, öğretim üyeleri “gövde”yi, araştırma görevlileri ise “ayakları” oluşturuyor olmalılar diyesi geliyor insanın değil mi? Evet..madem ki evet dediğin gibidir diyorsun o halde sana bunun benim dediğim gibi olmadığını kanıtlıycak verilere geçiyorum. Ancak bunu da yapabilmek için bir başka yeni kavrama ihtiyacımız var ki buna da GU PARADOKSU deniyor. Haydaaaa..ne çok GU varmış ya demeyelim lütfen.. bugüne kadar bunları öğrenmemiş olmak zaten yeterince ayıp çünkü: )

Evet..GU paradoksu hemen tüm GU’lar içinde en zor anlaşılır olandır diyebiliriz. O nedenle bunu anlatmadan önce bölüm başkanı nedir nasıl bir pozisyonda ikamet eder bi kısaca buna bakalım. Bir dekan ve rektör..kendi göz kulak ve ağzıyla konuşabilirken genellikle bir bölümün başkanı tüm bunları yapabilmek için bölüm akademik kurulunun, fakülte yönetim kurulunun, senatonun vb pek çok organın ağız, göz, kulak ve söz birliğine muhtaçtır. Bu önemli bir farktır ve de işin eğlenceli, yaratan kısmıyla hiç alakası yoktur. Bir bölüm başkanı bunca şeye muhtaç ise, ona baş demek de bir nevi haksızlıktır aslında. Dolayısıyla o daha çok, bölümlerdekilerin ahenkle dansetmesi için orda bulunan bir kozmik şakacıya benzer ve bu yanıyla “gerçekçi ol..olanaksızı iste” diyen bir 68 li ile daha çok ortak yönü bulunur. Bölüm başkanları bu nitelikleri ile batıdan bakınca nesli tükenmiş bir 68 ruhunu temsil ederken, doğudan bakınca Himalaya’ larda yaşayan bir guruyu andırır. Bizim topraklardan bakınca da bir başkandır kabul. Ama asolan onun ütopyacı kimliğidir. Bu çok kutsal ve kadim rolü sevdim de..sorun şu ki bir bölüm başkanı bütün bu kadim görevleri nasıl yapacak? Gerçekten baş olsaydı sorun yok..vurun tez elden saçlarını der..ahengi bozan telleri uçurur ve yeniden denge yaratabilirdi..ama oysa biliyoruz ki bir bölüm başkanı bir tutam saçı kesebilmek için bile bugün akademik kurulda şu tür konuşmalara bağımlıdır..sahne, bölüm toplantı odası.


Bölüm başkanı: Arkadaşlar bugünkü toplantı konumuz şu. Haydar beyin tepesindeki bir tutam saç bir kaç zamandır mevsim normallerine uygun hareket etmiyor kanaatindeyim. Ahenksiz raks eden bir kaç telinin feyz alınsın diye kesilip, bir kaçının da jöleyle keline şappp diye yapıştırılması gerek diye düşünüyorum..evet buyrun görüşlerinizi alalım.
Bir öğretim üyesi: Hattızatında benim önerim şudur..saçın tümüyle jölelenerek sağ tarafa yatırılması..ve kel kalan kısma da saç ekilmesi zannımca daha uygun bir çözümdür. Böylelikle arkadaşımızı da rencide etmemiş oluruz.
Bir başka öğretim üyesi: Ben bunun yeterli olmayacağına inanıyorum..Haydar beyin önde rakseden perçemleri her sabah gözüme batıyordu zaten..öle insanın içini gıcıklayan bir raksedişleri var..bunu kurumumuz açısından çok tehlikeli buluyorum açıkcası..bir an önce önlem alınması ve Haydar beyin özellikle öndeki tutamının bir an önce kurul marifetiyle kesilmesini öneririm arkadaşlar.
Bir diğer öğretim üyesi: Şimdi konuyu yönetmelikler çerçevesinde ele alırsak arkadaşlar..yönetmelik mevsim normallerini tarif ederken Ankara’yı veri almıştır..oysa burası Ege ve dolayısıyla ordaki normaller burda aynı biçimlerde geçerli değil biliyorsunuz..o nedenle benim kanaatim odur ki bu kurul öncelikle bizim coğrafyamıza uygun olan saçlardaki ahenk meselesini çalışsın ve bunu bundan sonra ilkeli olarak izleyelim. Haydar bey konusunu da buna bağlı değerlendirelim derim.
Bölüm başkanı: O halde kararımız şudur. Haydar beyin ön yönetmelikleri Ankara normallerine uygun olarak jölelenecek ve geriye kalan kısma bölümdeki ahenki bozmayacak biçimde at kılı ekilecektir..görüş birliğiyle kabul edilmiştir.


Şimdi..burada olan nedir..burada olan arkadaşlar GU paradoksu dediğimiz haldir. Demekki GU paradoksu..içinden çıkılamayan ve tümüyle uzlaşmaz görünen haller için üretilebilen ender kıl tüy yün çözümler anlamına geliyor. Olayın paradoksal yanı da şudur ki..burada hiç bir bilinen çözüm hiç bir bilinen soruna uyarlanamaz. Sorunun ardında yatan söylenmemişlere karşılık olarak, çözüm sınıfında duracak birşeyler üretebilmeyi becermektir asolan. Ee ütopya da budur zaten. Bölüm başkanları bunun için varlar ..ve de elbette ki varolsunlar.

Bu arada bölüm başkanlığı eğenceli bi müessese değilmiş diyorsanız yine hemen itiraz ederim ben. Çünü eğer hiçbir eğlencesi ve de hazzı yoksa neden böyle bir pozisyon olsun ki değil mi..Onca insan bu görevi şanıyla yapıyorsa vardır elbet bir haz alanı yada keyfi bu işin. Sanırım bölüm başkanlığının haz kısmı daha çok o pozisyonda duran kişinin büründüğü başka rollerle ilgilidir ..bütün zamanını paradoksal sorun ve çözümlerle geçiremeyeceğine göre bu insan, mutlaka kalan zamanında haz duyduğu şeyler de yapıyordur…yani!

Peki ..fazla merak ettirmiycem sizi hemen açıyorum bu haz alanlarını da. Birinci olarak bütün bölüm başkanlarında varolduğunu gördüğüm bir role..”babalık” rolüne bakalım. Sadece baş olmak kesmez ki insanı..hele de bizim toplumumuzda bişeyin başı olmak yerine babası olmak daha makbuldür bilirsiniz .Nasıl bir babadır bu o halde? Bu baba akademik olduğundan sadece gereğinde kızan ve gereğinde seven gibi klasik rolle işin içinden sıyrılamaz. Bu kesmez kimseyi..akademik babanın bütün bunlara ilave olarak “bir bilen”, “bir üstad”, “bir rehber” de olmayı becermesi lazım. Peki diyelim ki bildi de harbiden..yetmezzzz. bildiği kadar, burnunu ota boka bulaştırmadan akademik raksetmeyi sana öğretecek de..yetermi pekii..yetmezzzz..bunu öğretse bile, sen bale adımlarıyla zerafetle gittiğini sanırken boğazına kadar lökk diye gübreliğe düştüğünde gelip usulüyle seni çıkaracak da..evet, kolay değil babalık haklısınız ama gerçek bu yapacak bişey yok..ee bunun eğlencesi nerde derseniz eğer, bunun eğlence nesnesi de sizsiniz elbet. Hiç aklımıza gelmedi demeyin, kozmik mizah burada zaten. Siz hiç farkında olmadan başlı başına mizah konususunuz. Ee her şeyin bedeli ödenir..babalık yapanın da bu kadar eğlenme hakkı olmalı..yani! Peki bütün bölüm başkanları mizah sever mi..sevmeyenleri ne yapar? Hmm bu zorlu bir soru işte. Mizah sevmeyen bir baş..bunca iş arasında bir psikiyatristin mizah nesnesi olmak zorunda kalır ki bunu hiç bir bölüm istemez değil mi. Bırakın o halde size gülsün eğlensin..ve ahenkle rakseddin bölümcek yoksa başka türlü çekilmez olur herşey sizin için. Keyfini sürün özetle: )





GÖVDE NE Kİİİ ?

Evet akademik kadroyu ve ortamı tanımak için epey yol aldık..ama hala çekirdek olayına giremedik..çekirdek dediğim şu. Bütün işlerin yürümesini sağlayanlar..bunlar işin mutfağında çalıştıklarından biz onları pek sahnede şakırken göremeyiz.

ÖĞRETİM ÜYELERİMİZ


Gövdenin olmazsa olmaz gözbebeği ve de bizim topraklarımızda nadir yetişebilen elemanları kuşkusuz öğretim üyeleridir. Uzun yıllar dirsek sürtmüş, saçını süpürge etmiş, dilinde tüy bitmiş ve saçları tezlerle ağarmış insanlardan oluşur bunlar. Uzaktan da yakından da baksanız tanımanız çok kolaydır onları. Birinci olarak bunların bir yuvası vardır ki buna genellikle kendileri “odam” derler. Bu odam’larda tek eşli yaşarlar ve varolmak için “sınıfım” denilen yerlere ve “dersim” denilen şeylere muhtaçtırlar. Bu türün İnanç kalıplarını anlamak için hemen tümünün kutsal saydığı ve “doktoram” dedikleri şeye erişmeniz gerekir. Doktoram, bir kitap şeklinde olup ağırlığı 5 kilo ve üzeridir. Bunun altına indiğinde genellikle “yüksek lisans tezim” olarak adlandırılır ve erişmeseniz de olur, bişey kaybetmezsiniz yani. İkinci olarak, öğretim üyesi türünün kendine özgü bir başka şeyi de onun yürüyüşüdür. Tekamül seyri açısından ileri insan sınıfını temsil ettiğinden genellikle başı ve omuzları dik..karın içerde ve gözler ileriye dönük keskin bakışlı bir varlık olarak tanımlanabilir. Ayaklar grubunu oluşturan insanımsıların tersine bunlar koridorlarda yürürken elleri yere değmez ve düz bir hat üzerinde sağa sola sallanmadan yürüyebilirler. Bu ayıredici niteliklerine ek olarak “ekders ücretim” denilen birşey alırlar ki onların kuyruğunu pardon özür.. omurgasını dik tutan faktörün bu ekli şey olduğu yönünde iddialar da vardır ortalıkta.

Ancak yine de bazı durumlarda bazı kişilerin gövdeden mi..yoksa da ayak grubundan mı olduklarını ayıklayamayabilirsiniz. Bu durumda size işe yarayan bir ölçü verebilirim ki. Evet madem daraldınız ve karşınızdakinin ne olduğunu şeyedemediniz (bazen harbiden şeyedilemeyebiliyor..boya..makyaj balyaj vb durumlarda genç ve ileri insan görünümleri yaratmak çok olanaklı artık) hemen şu stratejiyi kullanın. Ona yaklaşın ve şunu sorun.


“hocam sınav nerden başlıycakk..baştan sonamı yoksa sondan başa mı?”.İşte tarihsel an geldi..iştee ayırdetme anı geldi..nasıl mı? Eğer sorduğunuz kişi bu soru üzerine size şöyle bir bakıp..kendinizi 8 kilo at boku içine düşmüş de sadece işaret parmağını boktan çıkarıp bu soruyu sorabiliyo durumunda hissettiriyorsa..o insan harbiden öğretim üyesidir. Yok..eğer soruyu sordunuz ve bu sorunun “amacının akademik anlamsızlığı, yöntemin bilimsel değersizliği, olguların istatiskiki geçersizliği, literatür taramasının keyfiliği, sorunun içerdiği kavramsal hatalar” gibi konularda 15 dakika süren bir söylev dinliyorsanız bilin ki o kişi öğretim üyesi değildir..haaa nedir peki bunu da az sora açmaya çalışacağız. Ama şöyle diyelim en azından o birr..o birrr tez zededir ve sizinle hiç bir ilgisi olmasa da kendi zedelerini sizinle paylaşmaya çalışmaktadır..sadece şefkat gösterin durum geçicidir.
Gelelim GU meselesinde bu türlerin akademik pozisyonuna..öğretim üyeleri GU katsayısına göbekten bağımlı..GU noktasında göreli bağımsız ancak GU paradoksu açısından ise tam anlamıyla etkin bir öznedirler.

KIZILDERİLİLERRR…ZENCİLERRRR..ABORJİNLERR..

Tam da bu noktada asıl olaya geldik. Araştırma Görevlileriii, kölelerrrrrrr, kızılderililerrrrrr, zencilerrrr, Afrika saz adamlarııı vb’lerrrr..yani kadim halklar : )



Akademik sıfatlarıyla araştırma görevlileri..evet. Bunlara adı üzerinde diyemeyeceğiz çünkü bir görevleri olduğu kesin de, bunun ne olduğu pek net değil. Araştırma adı altında geçse de bu grubun temel görevleri çok çeşitli olup, bu çeşitlilik yasayla da güvence altına alınmıştır. “Nedir kardeşim o zaman bunlar” dediğinizi duyuyorum..çok iyi ve yerinde bir soru ve bunu sanıyorum ki on bin yıllardır herkes soruyor. Ama ilk kez bir yanıt bulacak bu soru ve bilin ki siz bu anlamda çok şanslısınız.

Efendim..araştırma görevlileri bölümlerde “odamız” denilen yerlerde sürü halinde yaşayan ve genellikle “dersim”, “ek-mek şeyim”, “doktoram” vb kavramlara sahip olmayan; ayrıca hem gündüz hem de gece yaşayabilen, “eğik atış” pozisyonunda bir omurgaya sahip son derece özel bir varlık türüdür. Genellikle bölümlerde hızla çoğalırlar ve bölümlerin en geniş kadrolarını oluştururlar. İçlerinden bazıları “doktoram” denilen şeyi başarıp bir üst kademeye geçerken bazıları uzun yıllar “tezim var” aşamasında takılı kalabilirler. Takılı kalanlar hemen çöpe atılmaz elbette ve çeşitli geri dönüşüm projeleriyle tekrar kullanıma sokulabilirler.

Bu türün en belirgin inanç kalıbı “bensiz olmaz” şeklindedir ve de çok haklıdır. bunun için çok temel 3 gerekçeleri var.

1. Biz yaptık
2. Biz yaptık
3. Biz yaptık

Evet..3 temel gerekçede çok haklı. Buradaki yapmak fiiilini salt olumlamak anlamında kullanmıyorum ben. Buradaki yapmak fiili en geniş anlamıyla; nefis bir iş çıkarmak, işin b…kunu çıkarmak, yada bir b..k yapamamak anlamlarında çok geniş bir spekturumda kullanılmıştır. Ve bu, onların bir “yapan” olduğu gerçeğini hiç değiştirmez.

Gelelim bu türün GU olgusu kapsamındaki pozisyonuna. Araştırma görevlilerinin GU katsayısı genellikle 100 yada 100’e yakındır..GU noktası açısından tam bir etkisiz eleman olarak görülebilirler. GU paradoksunu algılamaları ise hiç olası değildir. Bu da onların “yapamayan” yanıdır. Özetle Gu olgusu açısından tam anlamıyla bir yapamamazlık halinde oldukları söylenebilir. Ama zaten bütün eğitimde amaç, GU’lar konusunda kitlesel bir aydınlanma oluşturmak değimlidir? Akademi bundan niye muaf olsun ki..


06.02.2003 perşembe
devamı için AKADEMİK GEYİKLERR II 'ye bakalım lütfen :)











Hiç yorum yok: